
Bugün, insanlık tarihinin en büyük sorularından biri üzerine konuşacağız. Birçok filozofun, din âliminin ve düşünürün yüzyıllardır tartıştığı bir mesele:
Öncelikle şunu söyleyeyim bu soru üzerine benim gibi düşünen bir çok insan olduğunu biliyorum ve sizler için bu sorunun cevaplarını derlemeye çalıştım . Şimdi hazırsanız başlayalım
Eğer Tanrı varsa ve o mutlak iyi, mutlak güçlü ve mutlak adil ise… dünyada neden kötülük var?
Bir çocuk açlıktan ölüyorsa, savaşlar masumları yok ediyorsa, adaletsizlik kol geziyorsa ve hastalıklar insanları sürüklüyorsa… Tanrı neden bunlara izin veriyor?
Bugün bu sorunun farklı perspektiflerden ele alacağız:
• Teolojik bakış açısı: Tanrı’nın varlığı ile kötülük nasıl bağdaştırılabilir?
• Felsefi bakış açısı: Kötülük gerçekten bir problem mi, yoksa varoluşun bir gerekliliği mi?
• İnsani ve ahlaki bakış açısı: Kötülüğün kaynağı gerçekten Tanrı mı, yoksa insan mı?
Tarih boyunca filozoflar, özellikle de ateist düşünürler, kötülük problemini Tanrı’nın varlığına karşı en güçlü argümanlardan biri olarak görmüşlerdir.
İlk olarak, Epikür Paradoksu olarak bilinen şu sorular zincirine bakalım:
Tanrı kötülüğü engellemek istiyor ama gücü mü yetmiyor?
O hâlde o mutlak güç sahibi değil.
Gücü yetiyor ama engellemek istemiyor mu?
O hâlde o mutlak iyi değil.
Hem gücü yetiyor hem de istiyorsa, neden kötülük var?
O hâlde Tanrı var mı?
Bu argüman, özellikle non teist camianın sıkça kullandığı güçlü bir eleştiridir. Eğer Tanrı varsa, neden masum insanlar acı çekiyor? Neden doğa felaketleri, savaşlar ve hastalıklar var?
Ancak bu soruya teist ve felsefi geleneklerde birçok farklı cevap verilmiştir. Şimdi bunları tek tek ele alalım.
Dinî gelenekler, kötülüğün varlığını genellikle irade, sınav ve adalet kavramlarıyla açıklar.
Birçok ilahiyatçıya göre kötülüğün varlığı, insanın özgür iradesi ile doğrudan bağlantılıdır.
• Eğer Tanrı insanı özgür iradeyle yaratmışsa, insanların iyi ya da kötü olma seçiminde özgür olması gerekir.
• Eğer Tanrı, insanları sadece iyilik yapmaya programlasaydı, o zaman insanlar robotlardan farksız olurdu.
• Özgür irade olmadan ahlak olmaz, çünkü ahlaki seçim yapma şansımız olmazdı.
Bu nedenle kötülük, insanın özgürlüğünün bir sonucudur. Tanrı’nın varlığı, insanın seçimlerini kısıtlamaz. Ancak insanlar yanlış seçimler yaptığında, kötülük ortaya çıkar.
Örneğin:
• Bir insan bir başkasına zarar verdiğinde, bu Tanrı’nın değil, insanın seçimidir.
• Savaşlar, açlık, eşitsizlik… bunların çoğu insanın yaptığı yanlışların sonucudur.
Ancak burada bir soru ortaya çıkıyor: Peki ya doğal kötülükler? Depremler, hastalıklar, kasırgalar? Bunların insan özgür iradesiyle ilgisi yok, o hâlde bunlar neden var?
Birçok dinî gelenekte kötülüğün varlığı, insanların imtihan edilmesiyle açıklanır.
Kur’an’da, Bakara Suresi’nin 155. ayetinde şöyle buyrulur:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!”
Benzer şekilde, Hristiyanlıkta da acının ve kötülüğün insanın olgunlaşması için bir araç olduğu anlatılır.
Bu görüşe göre, eğer dünyada hiç kötülük olmasaydı:
• İnsan merhameti ve dayanışmayı öğrenemezdi.
• Sabır, fedakârlık ve sevgi gibi erdemler gelişemezdi.
• İnsan hayatın anlamını ve değerini sorgulamazdı.
Özetle, kötülük bir imtihandır ve insanın ruhunu olgunlaştırmak için vardır.
Ancak bu açıklama da bazı eleştirileri beraberinde getirir. Eğer Tanrı iyiyse, insanları bu kadar ağır bir sınavdan geçirmek zorunda mıydı?
Bu noktada bir soru devreye giriyor.
Kötülük, Gerçekten Var mı?
Bazı felsefi ve mistik geleneklere göre, kötülük aslında gerçek bir varlık değil, iyiliğin yokluğudur.
• Karanlık diye bir şey yoktur, karanlık ışığın yokluğudur.
• Soğuk diye bir şey yoktur, soğuk ısı eksikliğidir.
• Kötülük de mutlak bir varlık değil, iyiliğin eksikliğidir.
Bu görüş, özellikle İslam felsefesinde İbn Sina ve Mevlânâ gibi düşünürler tarafından işlenmiştir.