
Bu söz, Sokrates’in M.Ö. 399 yılında Atina’da yargılandığı davada, mahkemede söylediği savunmasında geçer. Sokrates, gençleri yanlış yönlendirdiği ve devletin tanrılarına inanmadığı gerekçesiyle suçlanmıştı. Ancak o, bu suçlamaları reddederken kendi felsefi tutumunu açıkça ifade etti: “Ben kimseye bir şey öğretmedim. Sadece sorular sordum.” Dedi
Sokrates için hayatın en büyük amacı, hakikati aramaktır. Ona göre, insan kendini, değerlerini ve dünyayı sorgulamadan yaşarsa, bu yalnızca bir varoluşun tekrarı olur.Bu söz, onun yaşam tarzının ve ahlaki duruşunun özeti gibidir. Ve bu duruş, onun
hayatına mal olmuştur. Atina halkı onu ölüme mahkûm ettiğinde, Sokrates baldıran zehrini içerek tarihte sorgulama uğruna can veren bir simge haline gelmiştir.
Pekiiii neden sorgulamak bu kadar önemlidir? Yani Felsefi açıdan bakıldığında, sorgulama, insanın kendi varoluşunun anlam arama çabasıdır. Sokrates’in öğrencisi olan Platon, bu sorgulama sürecini “diyalektik yöntem” ile geliştirir: sorular sorarak hakikati bulmaya çalışmak. Ancak bu yalnızca bireysel bir çaba değildir. Nietzsche’nin dediği gibi, “Hakikat, kendi başına dayanılmaz bir ağırlıktır.” Sorgulama, insanı hem kendi içinde hem de toplumda dönüşüme zorlar.
Kant da bu geleneği devam ettirerek insanı “aydınlanma”ya çağırır. “Aydınlanma, insanın kendi aklını kullanma cesaretidir,” der Kant. Sorgulama, insanı bir kölelikten özgürlüğe taşır. Eğer hayatımızdaki değerleri, inançları ve alışkanlıkları sorgulamazsak, yalnızca başkalarının belirlediği sınırlar içinde yaşarız.
Edebiyat da sorgulamanın bu gücünü sıkça işler. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını hatırlayın. Raskolnikov, işlediği cinayeti mantığına oturtmaya çalışırken aslında kendi vicdanını sorgular. Bu sorgulama süreci, onu hem yıkıma hem de bir tür yeniden doğuşa götürür.
Ya da Albert Camus’nün Yabancı adlı eseri… Meursault, kendini bir anlam arayışının içinde bulmasa da, yaşamın anlamsızlığını sorgularken aslında varoluşsal bir duruş sergiler. Bu eserler bize şunu gösterir: Sorgulama, kolay bir yolculuk değildir; acılı, çelişkili ve bazen yıkıcıdır. Ama bu yolculuk, yaşamın gerçek anlamına yaklaşmak için gereklidir.
Peki, bugün bu söz bize ne ifade ediyor? Günümüzde sorgulama, teknoloji, medya ve hızlı tüketim çağında giderek daha çok unutulan bir erdem haline geldi. Sosyal medya algoritmaları, toplumun dayattığı normlar, sorgulama yerine kabullenmeyi teşvik ediyor. Ancak sorgulama, insanın özgürlük arayışının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bir birey olarak neye inandığımızı, neden inandığımızı, hatta kim olduğumuzu sorgulamadan yaşıyorsak, yaşamın derinliğinden uzaklaşmışız demektir.
Sokrates’in bu sözü, aslında bir meydan okumadır. Hayatınızı sorguluyor musunuz? Değerlerinizi, seçimlerinizi ve inançlarınızı anlamaya çalışıyor musunuz? Eğer cevabınız hayırsa, belki de yaşamın gerçek anlamını ıskalıyorsunuzdur.
Sokrates, Delphoi Tapınağı’nın ünlü Kendini Bil yazıtını sık sık tekrar ederdi . Peki, kendimizi bilmek ne anlama gelir? Bu, yalnızca adımızı, mesleğimizi ya da sosyal rollerimizi tanımlamak değildir. Kendini bilmek, kim olduğumuz kadar, kim olmadığımızı anlamaktır.
Birey olarak sıkça içinde bulunduğumuz durumu kabul ederiz. Alışkanlıklar, rutinler ve toplumun dayattığı normlarla şekillenmiş bir hayat sürmek, çoğu zaman rahat gelir. Ancak rahatlık, farkındalıkla gelmez. Tam aksine, rahatsızlık duymak, sorgulamanın bir işaretidir. Nietzsche’nin dediği gibi, “Gerçeği arayan, rahatsızlığa hazır olmalıdır.”
İşte burada sorgulamanın bireysel yolculuğunu görüyoruz:
• Ne istiyorum?
• Neden buradayım?
• İnanıyorum dediğim şeylere gerçekten inanıyor muyum?
Bu sorular içimizde kolay yanıtlar bulmaz. Ancak her soruyla, birey kendine bir adım daha yaklaşır. Çünkü kendini sorgulayan bir insan, sadece kendi hayatını değil, çevresindeki dünyayı da anlamaya başlıyor.