Bir zamanlar, çok uzaklarda bir ülkede Akiko ve ailesi mutlu mesut yaşarlarmış. Gelin görün ki, Akiko’nun annesinin vefat etmesiyle yaşamlarına bir gölge düşmüş. Zaman içinde Akiko’nun annesine olan özlemi ve dolayısıyla kederi artmış. Bir süre sonra Akiko’nun babası başka bir kadınla evlenmiş. Bu kadın, Akiko’nun güzelliğini kıskanırmış. Ona en zorlu ev işlerini yaptırır ve bir şekilde onun hep canını sıkmaya çalışırmış. Kadın ne yapmış etmiş ve Akiko’yu evden kovdurmuş. Üzgün ve çaresiz Akiko evden ayrılıp bir bilinmezliğe doğru yola çıkmış… Bir kasabadan başka birine yürüyüp bir iş ve barınak bulmaya çalışsa da başarılı olamamış ve umudunu tamamen yitirmiş. Bitap bir halde bir ormandan geçerken oracığa uzanıverip bir kurtun gelip kendisini yemesi beklemeye başlamış. Bilinci yarı açık, hayal ve gerçek dünya arasında zihni gidip gelirken insan boyunda mor renkli bir kurtun yanı başında dolaştığını fark etmiş…
Bir varmış, bir yokmuş… Uzaklarda yemyeşil ağaçlarla kaplı bir ormanda bir karga yaşarmış. Siyah tüyleri, siyah gagası, siyah gözleri varmış. Gelin görün ki, ne görünüşünü ne de karga sesini hiç beğenmezmiş. Bir gün ağzındaki peyniri kurnaz tilkiye kaptıran karga zekasını da beğenmez olmuş. Günlerden bir gün, ormanda uçarken bir tavus kuşuna rastlamış ve onun güzel tüylerinden, ihtişamından çok etkilenmiş…
Eski zamanlarda bir köyde, Viktor adında bir delikanlı yaşarmış. Bir gün yolda giderken güzeller güzeli bir kızla karşılaşmış Viktor. Adi Hanna imiş. Sürpriz bir şekilde evlenmeye karar vermişler. Mutlu mesut yaşıyorlarmış. Ta ki ülkenin hükümdarı Hanna’yı görüp O’na aşık olana kadar…
Evvel zamanda yaşlı adam ve oğlu yaşarlarmış. Bir gün yaşlı adam hastalanmış. Vasiyet olarak ise oğluna vefatından sonra bir akıl hocası bulmasını ve ondan üç öğüt almasını tembihlemiş ve kısa bir zaman sonra yaşlı adam hayata gözlerini yummuş. Babasından kalan 300 parayı da yanına alan oğlan, babasının vasiyet ettiği üç öğüdü almak için yollara düşmüş...
Bir dağın eteklerinde yaşayan anne tilki ve üç yavrusu varmış. Üç yavru tilki de biraz korkaklarmış. Mağaralarından dışarı her çıktıklarında, yavrular başlarını yukarı kaldırıp dağın zirvesini görmeye çalışırlar ama bir türlü başarılı olamazlarmış. Annelerine sorduklarında ise anne tilki onlara dağın zirvesinde bilge bir kurt olduğunu ve onun bir cesaret sandığı taşıdığı hikayesini anlatmış. Günlerden bir gün anne tilki yemek aramaya çıktığında yavrular kararlarını vermişler. Dağın zirvesine varıp bilge kurtu bulacak ve cesaret sandığından kendilerinde eksik olan cesareti alacaklarmış...
Bir zamanlar, ülkenin birinde çok varlıklı, zengin ve asilzade bir adam yaşarmış. Adamın bir de bir oğlu varmış. Adı Osman’mış. Osman delikanlılık çağına geldiğinde babası hayata gözlerini yummuş. İyi kalpli ama tecrübesiz Osman, kötü arkadaşlarının sözlerine uyup tüm servetini saçmış savurmuş ve beş parasız kalmış. Ne iş bulsa yapmaya başlamış. Irgatlık, inşaat işçiliği ve daha birçokları… Günlerden bir gün, dinlenen Osman’ın yanına iyi giyimli bir delikanlı yaklaşmış ve inşaatta çalışıp çalışmadığını sormuş. Biraz konuşmadan sonra delikanlı Osman’a çok çekici bir teklifte bulunmuş…
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit atarken hamam içinde.. Ülkenin birisinde Mesut adında bir zanaatkar yaşarmış. Çelik çömlek satarak geçimini sağlarmış. Yağmur bir günde, Mesut, dükkanına giren bir sarraftan borç almak zorunda kalmış. Karşılığında ise sarrafa babasından kalan elma işlemeli gümüş bir tabağı rehin vermiş ve sarraf dükkandan ayrılmış. Olayları dışardan izleyen dükkan komşusu hemen Mesut'un yanına gelerek O'na iki akçe borç vermiş ve gidip tabağı sarraftan geri almasını söylemiş. Çünkü Mesut'un bilmediği bir şey varmış. Padişah elma işlemeli gümüş bir tabak almak istiyormuş. Tam da Mesut'un babasından yadigar kalan o tabak gibi...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Cinler cirit oynarken eski hamam içinde... Yaşlı adamın karısı vefat etmiş. Adam kızıyla bir başına kalmış. Sonrasında yaşlı adam tek bir kızı olan dul bir kadınla evlenmiş. Fakat bu kadın kötü niyetli bir kadınmış. Yaşlı adamın kızına pek iyi davranmazmış.
Aylar aylar geçmiş... Günlerden bir gün kadın yine kocasına kızını bu evden uzaklaştırmasını söylemiş. Yaşlı adam karısının ısrarlarına dayanamamış ve kızını uzaklarda bir bozkıra götürüp bırakmış. Kız babasının yaptığına o kadar üzülmüş ki, bir ağacın altına oturup ağlamaya başlamış. Hıçkırıkları izin verdikçe ağaçtan gelen çıtırtıları duymuş. Çıtırtılar gittikçe yaklaşmış ve arkasında bir ses işitmiş. "Korkma güzel kız!"
Vaktiyle bir çamaşırcı kadınla üç kızı yaşarlarmış. Kadın çamaşır yıkayarak ailesini geçindirirmiş. Günlerden bir gün, ailenin büyük kızı kısmetini bulmak için evden ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe dün gitmiş... Bir falcının evine varmış...
… Bizim terzi, kervanla birlikte yola çıkmış eskiden yaşadığı şehre gitmek üzere. 40 gün, 40 gece yolculuk etmişler. Bu sürede kervancıyla arkadaş olmuşlar. Terzi, başından geçenleri kervancıya anlatmış. Kervancı terzinin haline üzülmüş. 40 gün sonra, güneş batarken terzinin eskiden yaşadığı şehre çok yaklaşmışlar. Kervancı bu gece konaklayacaklarını ve sabahleyin yolculuğa devam edeceklerini söylemiş. Fakat terzi çok heyecanlıymış. Yola tek başına devam edeceğini söylemiş kervancıya. Kervancının uyarılarına aldırmadan terzi yola koyulmuş…
Zamanlardan birinde bir terzi varmış. Çok güzel şapkalar dikermiş. Öyle özenirmiş ki, haftada ancak birkaç şapka dikebilirmiş.
Diktiği şapkaları satmak için haftada bir kez kurulan pazara gider ve orada halkın büyük ilgisiyle karşılaşırmış. Terzi şapkaları satmak için yüksek bir yere çıkarmış. Satışa başladıktan bir süre sonra gözü kalabalıkta bir yere takılır ve oraya doğru koşmaya başlarmış. Bu durum halkın ilgisini çektiği gibi padişahın da kulağına gitmiş.
Padişah o kadar meraklanmış ki tedbil-i kıyafet pazara terziyi izlemeye gitmişler. Terzi yine satışa başlamış ve bir süre sonra gözü kalabalıkta bir yere takılıp oraya doğru koşmaya başlamış. Padişah yanında veziri ile terziyi takibe başlamışlar…
Savaş bitmiş, asker yaralı kurtulmuş. Kral, askerin ona artık hizmet edemeyeceğini söyleyip onu ordudan uzaklaştırmış.
Asker bu duruma çok üzülmüş. Gidecek bir yeri ya da birisi yokmuş ve asker ant içmiş ki bir gün kraldan intikamını alacakmış.
Asker düşmüş yollara… Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş… Artık çok yorgun ve aç olduğu bir zamanda, uzakta bir klübe görmüş. Yürüyüp kulübeye varmış ve kapıyı çalmış…
Zamanın birinde bir oğlu bir de kızı olan bir adam varmış. Adam ölmeden oğluna kendisi evlenmeden ablasını evlendirmemesini tembihlemiş ki abla-kardeş birlikte yaşasınlar, birbirlerine destek olsunlar istemiş. Gelin görün ki, oğlan babasının vasiyetine uymamış ve ablasını bir adamla evlendirmiş. Kısa bir süre sonra oğlan çok güzel bir kızla tanışmış…
Sevgili dinleyicilerim,
Bu bir orijinal Anlat Eren masalıdır. İyi dinlemeler…
Evvel zaman içinde çok eski zamanların birinde, Yeter iki oğlu ile birlikte mutlu mesut yaşarmış.
Kış bitip karlar yavaş yavaş erimeye başlamış. Günlerden bir gün, karlar kalkıp her yeri rengarenk otlar ve çiçekler sardığında, Yeter yükseklere ot toplamaya çıkmış. Ot toplarken incecik bir ses duymuş. Sesin geldiği yöne doğru bakmış ve yavru bir kuş görmüş, fakat çevresine dikkatli baktığında yavru kuşa sinsice yaklaşmakta olan bir kurt görmüş…
Jale, güneşli bir güne uyanmış. Havada tek bir bulut bile yokmuş. Kardeşi Nevin ile yürüyüşe çıkmışlar. Nehrin kenarındaki parka gitmişler. Hava ilk baharın gelişiyle mis gibi çiçek koyuyor, kuşlar cıvıldıyormuş…
Nevin ile Jale yürürlerken turunç ağacının üzerinde bir de ne görsünler! Bembeyaz bir leylek…
Tolstoy’un “Çekirdek” adlı kitabından… Kartal denizden uzakta, büyük bir caddede yuva yapmış. Bir gün, kartal pençelerinde bir balıkla yuvasına dönmüş. Onun pençelerindeki balığı gören çevredeki insanlar ağacın etrafında toplanıp kartala taş aymaya başlamışlar…
Tolstoy’un “Çekirdek” adlı kitabından… Çocuk, ormana mantar toplamaya gitmiş. Mantar toplamayı bitirmiş. Tam eve dönecekken gökyüzünü kara bulutlar kaplamış. Şimşekler çakmaya başlamış. Tam bu sırada başının üstünde bir çatırtı duymuş…
Tolstoy’un “Çekirdek” adlı kitabından… İki arkadaş ormanda dolaşırlarken birden bir ayı çıkmış karşılarına. Birisi bir ağaca tırmanıp orada saklanmayı başarmış, ama diğeri ayıdan kaçamamış…
Tolstoy’un “Çekirdek” adlı kitabından kısa hikayeler.
Bir gün, Keloğlan’ın babası hastalanıp onu çağırmış. O öldükten sonra köse birisiyle ticaret yapmamasını, hatta değirmenin de un bile öğütmemesini öğüt vermiş. Babası ölen Keloğlan anacığıyla yaşamaya devam etmiş. Günlerden bir gün annesi eşeğe birkaç çuval buğday yükleyip Keloğlan’dan bunları öğütmesini rica etmiş. Keloğlan eşeğe atlamış ve değirmenin yolunu tutmuş…