
“Düşmanları Atatürk’ü övdü” cümlesi yıllardır dolaşır; altına da bir iki parlak söz yapıştırırlar: “Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirir; biri bize, biri Türklere nasip oldu…” Güzel—peki kaynak nerede? Hangi kitap, hangi sayfa, hangi tarih, hangi tutanak? “Anılarında diyor” deyip geçmek yok; anının adı, baskısı, sayfa numarası var mı? Yok. Çünkü çoğu yoktan üretilmiş.
Bu videoda elimizi memeslerden, ekran görüntüsü montajlarından çekeceğiz; metne ve belgeye döneceğiz. Uğur Dündar’dan Hıncal Uluç’a, köşe köşeye yayılan alıntıların izini sürüyorum; “Lloyd George dedi”, “İngiliz meclisinde söylendi”, “Kralın önünde itiraf edildi” laflarının somut kaydını istiyorum. Mailleşmelerimi dahi açık ediyorum: “Söz doğru olmalı ama şu an kaynak veremiyorum.” Kusura bakmayın; kaynak yoksa, bilgi yoktur. Onaylıyorum, hoşuma gidiyor diye uydurmayı tarihe geçiremeyiz.
Burada kimseyi küçük düşürmek değil derdim; şekli değil, özünü konuşalım istiyorum. Atatürk’ü yüceltmek için yalana yaslanıyorsan, o yüceltme çöker. Düşmanın ağzına “övgü” koymadan Atatürk büyük görünmüyorsa, mesele Atatürk’te değil, bizim özgüvenimizde. “Düşman övdü” fetişini bırakıp belgenin ağırlığına dönelim: Atatürk hayattayken basılmış biyografiler, dönemin gazeteleri, meclis tutanakları… hepsi duruyor. Bir cümle gerçekten söylendiyse, adı vardır, sayfası vardır, kaydı vardır.
Sosyal medyada çok paylaşılmış olması, doğru olduğu anlamına gelmiyor. Taşa atılan bir halka gibi: haber yayılır, merkezden uzaklaştıkça hakikat bükülür. Ben bu videoda, o merkezî noktayı işaretliyorum. Lloyd George efsanesini, “Arabistanlı zat” cümlesinin çarpıtılmış versiyonlarını, “yüzyılda bir dâhi” klişesinin belgesiz kopyala–yapıştır hâlini tek tek söküyorum. Seviyorsan da, sevmiyorsan da kural aynı: Metin konuşur. Bugün, “Atatürk’ü düşmanları övdü” masalını metinle bitiriyoruz.