
Fatiha-i Şerîfe’nin başında; bizi Müslüman yapan, Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmet kılan, en mükemmel ümmet olarak O’na sımsıkı bağlayan, kalbimizi nezd-i Ulûhiyetine çeviren ve böylece bizi pek çok nimetlerle perverde eden Allah’a hamd ve senâ etmekle işe başladık ve مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ dedik. O’nu tanımış insanlar olarak kâinata ve nefsimize nazarımızı gezdirdik; vücudumuzu teşkil eden atomların deveran ve cevelânından, kâinatı teşkil eden sistemlerin, galaksilerin harekât ve seyeranına kadar her şeyde O’nun rubûbiyetini gördük. Gördük ki, her şeyi kamçılıyor, kemale doğru sevk ediyor. Gördük ki, her şeyi Cennet’in ve Cehennem’in binasında kullanacağı unsurlar hâline getiriyor. Gördük ki, her şey O’nun terbiyesiyle terbiye olur. Bu azametli icraatını müşâhede ettik. Sonra anladık ki, bütün bu muntazam ve peşi peşine hâdiseleri böyle durmadan intizamla sevk ve idare eden, iyiyi kötüye katan, çirkinin yanında güzele ve küfrün yanında imana yer veren Allah, bütün bunları ayıracağı bir yer getirecektir. İşte o gün “Yevmiddin” ve o yer de “Mahkeme-i Kübrâ”dır. İyinin-kötünün ortaya döküleceği, iyiliklerden ötürü insanların demet demet mükâfat alacağı, kötülüklerden ötürü saklanacak yer arayacakları o güne “Din Günü” diyoruz. Dinin ve Allah hâkimiyetinin apaçık ortaya çıktığı o günün tek ve yekta sahibi Allah’tır. Çünkü o gün sadece O konuşacak, hükmü O verecek, infazı O yapacak ve mükâfatı da O bahşedecektir. Öyleyse hayatta olduğumuz sürece yalnız “O” demeli, başka birşey dememeli..!