
Benim elimde eski bir cep saati var.
Dedemin babasından kalma.
Kapağını açtığında hâlâ o mekanik ses duyulur; tık, tık, tık…
Her seferinde aynı şeyi düşünürüm:
Bu saat, Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda da dönüyordu.
Belki bir yoksul köyde, belki cepheye giden bir askerin cebindeydi.
Ama her tiktak, bir umudu taşıyordu.
Zaman, bizim için o yıllarda sadece saniye ve dakika değildi.
Bir mücadeleydi.
Geriye değil, ileriye akan bir iradeydi.