
Merhaba sevgili dinleyenler,“İnsan Mottosu” podcastine, “Kendini Bulmak: Aynanın Ötesindeki Yolculuk” adlı yeni bölümümüze hoş geldiniz.Bugün, bu mikrofonun başında, sadece sesimi değil, aynı zamanda kalbimi de ortaya koyarak sizlere sesleniyorum. Belki şu an yolda, işe giderken, belki de evinizin en huzurlu köşesinde bir fincan çay eşliğinde bizi dinliyorsunuz. Nerede olursanız olun, bu an, kendinize ayırdığınız en kıymetli anlardan biri olabilir. Çünkü bu podcast, bir bilgi aktarımından çok, bir buluşma, bir arayış ve bir yeniden tanışma serüvenidir.Peki, kiminle buluşuyoruz? Kendimizle.Çoğumuz, hayatın koşturmacası içinde, adeta bir hız treninde savrulur gibi yaşıyoruz. Hızla değişen dünyada, sosyal medyanın gürültüsünde, başkalarının beklentilerinde, etiketlerin ve rollerin karmaşasında kendimizi kaybediyoruz. Sabah uyandığımızda, aynadaki yüzümüze yabancılaşabiliyor, gerçekten ne hissettiğimizi, ne istediğimizi, ne için var olduğumuzu unutabiliyoruz. Bu yabancılaşma, modern insanın en büyük acılarından biri. İşte bu yüzden, bu podcast serisi, birer ayna görevi görsün diye hazırlandı. Birlikte, o aynanın ötesindeki, tozlu, unutulmuş, belki de hiç keşfedilmemiş o **‘sen’**i bulmaya çalışacağız.Bu serüvende, sadece felsefenin derin sularına dalmayacağız. Aynı zamanda, bilimin bize sunduğu akılcı yöntemlerle, edebiyatın duygu dolu dünyasıyla ve sanatın zamansız diliyle de kendimizi ifade edeceğiz. Çünkü inanıyoruz ki, insanın varoluşsal soruları, tek bir disiplinle açıklanamaz. Tıpkı bir pusulanın kuzeyi bulması gibi, insan da kendi yolunu bulmak için farklı kaynaklara ihtiyaç duyar.Kendini bulmak, bir hazine avı değildir. Çünkü aradığın hazine, zaten senin içindedir. Bu, daha çok bir arkeolojik kazıya benzer. Üzeri yıllarca birikmiş, bizi bizden uzaklaştırmış tüm o katmanları sabırla, teker teker kaldırma eylemidir. Çocukluk hayallerinin, bastırılmış duygularının, korkularının ve unutulmuş yeteneklerinin tozlu kalıntılarını bulmaktır. Eski filozoflar der ki: “İnsan kendini bilmedikçe, evreni bilemez.” Kendini tanımak, sadece güçlü yönlerini değil, aynı zamanda gölgelerini ve kabullenmekten kaçtığın her şeyi de görmektir. Bu yüzleşme, gerçek özgürlüğün başladığı yerdir.Bu yolculuk, genellikle yalnızlıkta başlar. Dışarıdaki tüm sesler sustuğunda, sosyal medyanın parıltısı söndüğünde, sadece kendi iç sesimizle baş başa kaldığımız o sessiz anlarda... İşte orada, aynadaki yansımamızın ötesine geçebiliriz. Varoluşçu felsefenin en önemli isimlerinden Jean-Paul Sartre’ın söylediği gibi: “İnsan, özgür olmaya mahkûmdur.” Bu özgürlük, beraberinde kaçınılmaz bir yalnızlığı getirir. Çünkü hayatımızın anlamını başkalarının değil, kendimizin yaratması gerekir. Yalnızlık, bu anlamı, kendi özümüzü yaratma sürecimizin bir parçasıdır.Bu podcast serisinde, bu konuları sadece teorik olarak ele almayacağız. Her bölümde, farklı bir sanat eserinden, bir edebiyat klasiğinden veya bilimsel bir keşiften yola çıkarak, bu derin konuları somut örneklerle destekleyeceğiz. Van Gogh’un tablolarındaki yalnızlığın acısıyla ortaya çıkan eşsiz renklerden, Edvard Munch’un “Çığlık” eserindeki varoluşsal kaygılara kadar, sanatın insan ruhunun karmaşıklığını nasıl yansıttığını inceleyeceğiz. Kafka’nın absürt dünyasında bireyin yalnızlığı, Camus’nün “Yabancı” romanındaki yabancılaşma gibi edebi başyapıtlar üzerinden, edebiyatın insanın varoluşsal sancılarını nasıl anlattığını konuşacağız.Hayat, statik bir resim değil, sürekli değişen, gelişen, evrilen bir film karesidir. Dolayısıyla kendini bulma yolculuğu, bir anda tamamlanacak bir hedef değil, sürekli devam eden bir süreçtir. Bugün bulduğun ‘sen’, yarınki ‘sen’ olmayabilir. Ve bu, çok güzel bir şey. Çünkü her yeni gün, yepyeni bir sen inşa etme fırsatını barındırır. Bu yolculuğun zorlu, ama sonunda bulacağın kişi, buna kesinlikle değecek.Sevgiyle…