
Mobil uygulama pazarında rekabet her zamankinden daha yoğun.
Günümüzde bir kullanıcı ortalama 80’den fazla uygulama indiriyor ama bunların yalnızca 9’unu düzenli olarak kullanıyor.
Veriler gösteriyor ki, yeni indirilen uygulamaların %77’si ilk hafta içinde terk ediliyor ve 7. gün retention oranı %10’un altına düşüyor.
Yani markalar milyonlarca liralık reklam bütçesiyle kazandıkları kullanıcıları sadece birkaç gün içinde kaybediyor.
Peki neden?
Neden kullanıcılar uygulamayı indiriyor, birkaç gün deneyimliyor ve sonra bir daha geri dönmüyor?
Bu sorunun cevabı yalnızca reklam stratejilerinde değil, ürün deneyiminin kendisinde gizli.
Bu bölümde, kullanıcı davranışlarını bilimsel bir gözle inceliyoruz.
Kognitif psikoloji, davranışsal ekonomi ve UX araştırmalarının verilerini birleştirerek, retention’ı etkileyen görünmez unsurları konuşacağız.
Kullanıcıların 7. günden sonra neden terk ettiğini anlamak, aslında onların ilk 7 saniyede yaşadığı deneyimi anlamaktan geçiyor.
Kullanıcıyı tutmanın yolu, yalnızca daha fazla bildirim göndermekten ibaret değil.
Onboarding akışında ne kadar adım var?
Kullanıcı ilk başarı hissini kaçıncı saniyede alıyor?
Arayüz, beynin bilişsel yükünü azaltacak kadar sade mi?
İşte tüm bu sorular, retention’ın görünmeyen anatomisini oluşturuyor.
Psikolojik olarak kullanıcı, bir uygulamayı ilk günlerde üç temel motivasyonla kullanır: merak, fayda ve ödül beklentisi.
Eğer uygulama bu üç alanda da tatmin sağlamazsa, kullanıcı zihninde bir “bırakma kararı” oluşur.
Bu karar çoğu zaman farkında olmadan alınır.
Yani kullanıcı uygulamayı silmeye bile gerek duymaz; sadece bir daha açmaz.
Bu noktada mikro etkileşimler devreye giriyor.
Küçük animasyonlar, ilerleme barları, kişisel mesajlar ya da başarı rozetleri…
Hepsi beyinde dopamin salınımını tetikleyen mikro ödüller yaratır.
Ve bu, kullanıcıyı geri döndürmenin en güçlü yollarından biridir.
Ama retention sadece nöropsikolojiyle açıklanamaz.
Veriye dayalı segmentasyon, doğru zamanda doğru ileti gönderimi de en az tasarım kadar etkilidir.
Örneğin, Day 3’te aktifliği azalan kullanıcıya kişisel bir push bildirimi gönderildiğinde dönüş oranı ortalama %34 artar.
Ya da ilk satın alma deneyimini 48 saat içinde yaşamayan kullanıcılar için oluşturulan kişisel e-posta zincirleri churn oranını %27’ye kadar düşürebilir.
Bu nedenle retention, bir pazarlama eklentisi değil, ürün stratejisinin kalbidir.
İlk dokunuştan 30. güne kadar devam eden bir yolculuktur.
Eğer markalar kullanıcıyı anlamadan “harcama artırma” refleksiyle hareket ederse, elde tutma yerine sürekli kaybetme döngüsüne girer.
Bölüm boyunca şunlara değiniyoruz:
Onboarding akışında yapılan en büyük 5 hata
UX/UI tasarımının retention üzerindeki bilişsel etkisi
Mikro etkileşimlerin duygusal bağa dönüşmesi
Day 7 düşüşünü önleyen bildirim stratejileri
Retention ölçüm metrikleri: Day 1, Day 7, Day 30 ve LTV analizi
Kullanıcı sadakatini artıran davranışsal tetikleyiciler
Ve en önemlisi, tüm bu adımların nasıl entegre edilmesi gerektiğini örneklerle anlatıyorum.
Retention’ı artırmak, yalnızca kullanıcıyı içeride tutmak değil, aynı zamanda markanın sürdürülebilir büyümesini sağlamak anlamına geliyor.
Bir kullanıcıyı kazanmak, ortalama bir markaya 8 ila 10 dolar maliyet çıkarırken, o kullanıcıyı tutmak yalnızca 1 doların altında bir yatırım gerektiriyor.
Yani retention sadece bir metrik değil, bütçesel bir stratejidir.
Bu bölümde, kullanıcı davranışlarının ardındaki psikolojiyi çözüp, markaların uygulama içi deneyimlerinde neden kayıp yaşadığını verilerle analiz ediyoruz.
Kullanıcı kazanımı bir başlangıçtır ama sadakat bir sonuçtur.
Sadakat ise planlı, ölçümlenebilir ve insana dokunan bir deneyimin ürünüdür.
Ben Faruk Toprak.
Bu bölümde, retention stratejilerini bilimsel perspektifle ele alıyor ve markaların neden 7. gün sendromuna yakalandığını derinlemesine inceliyorum.
Eğer sen de uygulamanın indirilip unutulmasını değil, her gün aktif kullanılmasını istiyorsan, bu bölümü sonuna kadar dinlemelisin.