Hayatta bazı hatalar vardır ki…
geri alamazsın.
Tweet değil, silinmiyor.
Mesaj değil, düzenlenemiyor.
Sadece yaşanıyor — ve sonra seni rüyalarında ziyaret ediyor.
Benim hatam:
“Geçmiş olsun” diyecekken “Başın sağ olsun” demek.
Evet.
Hastanede.
Üstelik adamın kardeşi hâlâ yaşıyorken.
Birini görmezden gelmek…
insanlığın en zarif ama en berbat iletişim biçimi.
Konuşmuyorsun, ama aslında her şeyinle konuşuyorsun.
Gözlerinle, adımlarınla, nefes alışınla.
Ama asıl kabus şu:
sen onu görmezden gelirken,
o da seni görmezden geliyor.
Ve işte o an…
modern çağın en trajikomik savaşı başlıyor.
Bazı iyilikler… büyür.
Kontrolden çıkar.
Bir gün sadece küçük bir kıyak yaparsın —
ama o kişi,
sanki hayatını kurtarmışsın gibi davranır.
Ve sen, bir anda,
istediklerinin farkında olmayan bir tanrı gibi hissedersin.
Hayatta bazı anlar vardır…
Ne kadar uğraşırsan uğraş, şık bir çıkış yapamazsın.
Bazı anlar, tasarımı gereği utanç vericidir.
İşte onlardan biri:
Asansörde vedalaşıp aynı yöne yürümek.
Kısaca… sosyal felaketin yavaş çekimi.
Bazen hayat seni utandırmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz.
Gerçekten, evrenin kişisel bir gündemi varmış gibi.
“Bugün bunu biraz rezil edelim, eğlenceli olur.”
Benimle böyle bir ilişkisi var.
Ve bu ilişki, bir pazar günü, tamamen masum bir yürüyüş sırasında yeniden alevlendi.
Çünkü… yanlış kişiye el salladım.
Evet, hepsi bu.
Ama öyle kolay kurtulmadım tabii.
Gel anlatayım.