Hicret’in hemen ardından Medine’de inmeğe başlamış ve yaklaşık 10 yıla yayılan bir süre içinde parça parça nâzil olmuştur. Takdim yazısında ifade olunduğu gibi, Kur’ân’dan ne zaman bir veya birkaç âyet inse ve bunlar hangi sûrenin hangi âyetleri ise, bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm onları oraya kaydettirirdi. Bu sûre, 286 âyetiyle Kur’ân’ın en uzun sûresidir ve onun ayrıntılı bir özeti gibidir.
Daha kuvvetli rivayetlere göre Mekke’de, bazı görüş ve nakillere göre Medine’de, bazılarına göre ise de hem Mekke’de hem de Medine’de olmak üzere iki defa nâzil olmuştur. Umumî kabule göre, Kur’ân’dan ilk inen âyetler A’lâk Sûresi’nin ilk beş âyeti, bütün olarak ilk inen sûre ise Fâtiha Sûresi’dir ve 7 âyettir. Bir bakıma Besmele Fâtiha’nın, Fâtiha da Kur’ân-ı Kerim’in özü, hülâsası, çekirdeği hükmündedir. Bu sûreye, Kur’ân’ın ilk sûresi olması ve onu açması özelliğiyle Fâtiha dendiği gibi, namazlarda okunmasının farzıyeti (Hanefîlere göre vacip olması) ve sahip bulunduğu üstün şereften dolayı “es-Seb’u’l-Mesânî”, sahip bulunduğu ana maksatlarıyla (Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadet) bütün Kur’ân’ın aslı, kökü, çekirdeği olduğundan, Kitabın Anası manâsında “Ümmü’l-Kitab, ” okunarak şifa verdiği için “eş-Şâfiye” de denir. Fâtiha’nın 20’ye varan daha başka isimleri de vardır. Fâtiha’sız namaz olmaz.
Cenab-ı Allah celle celâlühû’nün tarih boyunca bütün rasûllerle gönderdiği Din’in adı sadece İslâm’dır. Nasıl kâinatın düzeni, onun işleyişinde geçerli olan kanunlar hiç değişmeden devam ediyorsa, aynı şekilde, ilk insanla bugünkü insanlar arasında temel hususiyetler, temel ihtiyaçlar ve insanı bekleyen nihaî gelecek açısından hiçbir farklılık yoksa, o halde, tarih boyunca aynı temel iman, ibadet, helâl-haram hükümleri ve ahlâk kaidelerine dayanan İlâhî Din’in de tek bir din olması tabiîdir. İşte bu Din, kendisini tebliğ eden rasûllerden sonra tanınmaz hale getirilmiş, tahrif edilmiş, zaman zaman bir ırk ideolojisine dönüştürülürken, çok zaman putperestlikle bulandırılmıştır. Dolayısıyla Allah celle celâlühû, son olarak bu Din’i, Kıyamet’e kadar gelecek bütün insanların problemlerine çözüm olacak ve hayatlarını tanzim edecek kaidelerle mükemmelleştirmiş ve bir daha tahrife uğramaması için ana kitabı Kur’ân’la birlikte, diğer aslî temeli Sünnet’i, yani Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ın onu uygulama usûlleriyle, yine Vahy’e dayalı olarak koyduğu prensipleri bizzat koruma altına almıştır. O Zikr’i indiren elbette Biziz ve Biziz onun koruyucuları. (Hicr Sûresi/15: 9)
Bu çalışma, çok muhtasar bir tefsir sayılabilecek ölçüde dipnotlarla zenginleştirilmiş, dipnotlarda kısa da olsa, özellikle iman esasları ve hakikatleri, ibadetler, ahlâk, İslâm’ın muamelat veya içtimaî, iktisadî, idarî (siyasî), cezaî boyutları üzerinde, ayrıca ilgili âyetler çerçevesinde tarihî açıklamalar yapılmış, bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Fakir (Hocaefendi), şahsen bu kardeşimizi de, hakikat aşkı ve ilim iştiyakıyla gerilmiş bazı simalar gibi içinde bulunduğumuz çağı iyi okuyanlardan ve günümüzün problemlerine çare arayanlardan biri olarak görüyorum. Günümüzde bir hayli Kur’ân okuyan, okuduğu Kur’ân’da makasıd-ı sübhâniyeyi keşfe çalışan var. Buna saff-ı evveldekilerin Kur’ân-ı Kerim’e bakışı gibi bakanlar da diyebiliriz. Ali Ünal beyin onlardan biri olduğunda şüphe yok. Her şeyden evvel o, Kur’ân’ın sesine yabancı olmayan biri.. İslâmî konularda bakışının düzgün olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı zamanda onu, sık sık kendisiyle yüzleşmesi ve inandıklarını rahatlıkla dillendirmedeki cesaretiyle de bir entelektüel sayabiliriz. Ayrıca dinî konularda doğruya ulaşma azmi, istişareye önem vermesi, hata etme endişesi ve hatalarından dönme rahatlığı da onun Hakk’a yakın durmasının göstergelerindendir.